16 Şubat 2013 Cumartesi


Ben küçükken, 2000li yılların başında, yaşananlar çok güzeldi. Ya da ben dünyaya küçük gözlerimle baktığımdan güzel görüyordum. Henüz yedi yaşındaydım. Her yaz, yazılmamış kural gibiydi, tüm yazı yazlıkta geçirirdik. Yazarlar bahsederler ya kitaplarında, kafa dinlemek için gidilen sahil kasabasıydı bizimki. Kışları ıssızdı. Dalgaların kumsalla dansının, kayalarla kavgasının sesini duyardınız sadece bulunsaydınız orada.  Yazları da güzeldi. Sanki renkler değişiyordu, yeşiller daha canlı oluyordu. Deniz bir başka maviydi hatta bazen renksiz. Balıkları, taşları, hatta kumları görmenin insana ne kadar huzur verdiğini bilir misiniz? Her sabah denize girerdim. Çocuk halimle, tek başıma denize girmekten korksam da çoğu zaman tek başıma girerdim. Arkadaşlarım vardı, bir gece öncesinden konuşur ayarlardık sabahki buluşmamızı. O zamanlar nasıl uyanıyordum hatırlamıyorum. Telefonum yoktu, çalar saat yoktu, ama uyanıyordum bir şekilde. Sahilde buluşurduk. Gelmeyenler olurdu elbet ama affederdik. Yazlıkta küslük olmaz. Bazen de balık tutmaya giderdik. İşte sabahların kabusla başlayığ mutlulukla bittiği günlerdi o günler de. Tekneyi denize indirmek, oltaları bağlamak,o ayazda kıyıdan belki de yüzlerce metre uzakta saatler geçirmek. Kapalı alan fobim var küçüklükten beri, ama asansörde kaldığım anlarda gerildiğim gibi kıyıdan çok uzaktayken de gerilirdim. Benim için dünyanın en büyük ironisi, kapalı alan fobisi olan birinin denizin ortasında da aynı şeyi hissetmesi. Kaçacak hiçbir yerin olmamasıydı belki de sorunum. Sıkışmaktan korkuyordum.
Kahvaltılar daha da anlamlıydı. Denizden çıktıktan sonra bahçeden naneyle, köyden peynirle, sacdan ekmekle yapılırdı kahvaltı. Çayın anlamını anladığım ilk zamanlar, ikinci milenyumun ilk yılları. Çok ekstrem bir tarihte yaşamış bizim kuşak çocukluğunu. Milenyum değişikliği gördük. İkinci milenyumun ilk çocuklarıydık. O zaman farkında olmasak da büyük bir şeymiş. Ama o zamanlar genç olanlar daha da şanslı bana göre. Kuzenim vardı yazları bizimle geçiren. Onun arkadaşları vardı. Sezer abi, Zişan abla, Merve, Mert. Bazen onların yanında geçerdi günlerim. Benim yaşımdakileri yanlarına almayı kabul ettikleri ender zamanlarda. O zamanlar bizleri yanlarında istemediklerinde çok sinirlenirdim, fakat şimdi anlayabiliyorum. Yaptıkları çok güzel ve ulaşılmaz gelirdi bana. Çok güzel eğleniyorlardı, anlamadığım şeylerden konuşuyorlardı, liseye gidiyorlardı ki benim için ulaşılmaz bir yerdi o zamanlar lise. Sezer abi sigara içiyordu. Kim bilir, belki şu an sigara içme sebebim o zamanlar ona özenmemdi. Ailesi bilmiyordu sigara içtiğini. Bazen ben alırdım sigarasını bakkaldan. Gizlice götürürdüm. Hayatımda bana verilen en büyük görevdi o sigara alma görevleri. “Kimseye görünme, biri sorarsa Ahmet amcaya aldığını söyle, benim yanıma gelirken kimse görmesin seni” derdi. Kayalıklarda içerdi, ben de gözcülüğünü yapardım. Bazen konuşurduk. Anlamadığım şeyler anlatırdı. Bazen de sorular sorardı, verecek cevabım olmadığı sorular.
Kuzenim ve arkadaşları her zaman dikkatimi çekmişti. Eğlence tarzları, yaptıkları. Biz top oynarken kendileri de oynamak ister, yavaş yavaş yüksek toplar atıp kendi aralarında oynamaya başlarlardı. Biz de aynı oyunu oynuyorduk ama onlar kadar eğlenemiyorduk. Otururlardı genelde. Oturmak çok saçma gelirdi bana o zamanlar. Denize girmek varken neden kıyıda oturmak isterlerdi ki? Ya da top oynamak varken, bir masada hiçbir şey yapadan oturup konuşmak nasıl zevkli olabilirdi? Masalar demişken, o zamanlar masalar da çok güzeldi. Her evin bir bahçesi, bahçesinde ağaçlar vardı. Apartmanlı ya da siteli yazlıklardan değildi bizim yazlığımız. Bahçeli, teraslı evlerden oluşuyordu. Bizim evde, terastan iki basamak sonra sahil vardı. Şimdilerdeki yazlıklar gibi, güvenlikli, bahçesiz, çok katlı, denize ulaşmak için yüzlerce metre yürümeniz gereken yazlıkalrdan değildi. Şimdikilerin aksine deniz sadece balkondan değil, her yerden görünürdü. Dalgaların sesleriyle uyanırdınız. Masalar diyorduk. Her bahçede, -genellikle- zeytin ağacının ya da asmanın altında bir masa mutlaka olurdu. Kim bilir ne sohbetler yapıldı o masalarda. Kilolarca çekirdek tüketildi, litrelerce kolalar içildi. İçilen çayları anlatmak için tonlar kullanabilirim mesela. O masalarda okey takımı eksik olmazdı. Okey oynamak çok zevkliydi o zamanlar. Şimdilerde çocuklar okey oynamayı bilmiyor, bilseler bile bilgisayarlrından oynuyorlar. Çok acı.
Bazen sohbetlerine katılırdım büyüklerin. Kendimi çok önemli hissederdim. Çoğunu anlamasam da o kadar güzel şeyler konuşuyorlardı ki, bir an önce büyümek için sabırsızlanıyordum. Büyümeye dair tek hayalim yazlıkta arkadaşlarımla onların yaptıklarını yapmaktı.  
Şimdi onların yaşındayım hemen hemen. Ama onların yaptıklarını hiç yaşamadım. Hatırlamaya başladığım zamanlaran sonra altı yılı gittik sadece yazlığa. Sonra dersane, okul derken gidemez olduk. Her yaz derslerim oldu. Ailemden uzakta okudum liseyi, hafta sonları da gidemedik. Çok nadir gittiğimizde de ya o çocukluğumun o mükemmel sahil kasabasınının yerinde bakımsızlıktan dökülen evleri, çoğu kırılmış olan ağaçları, yabancı otların ele geçirdiği bahçeleri, terk edilmiş tekneleri, camları kırılmış bakkalı buldum. Aldatılmış gibi hissettim kendimi her gidişimde. Çocukluk hayallerim yıkılmıştı. Eksik kalmıştım, oyuncağım elimden alınmıştı. Sanki deniz değildi o mavi su birikintisi. Gemiler anlamsızdı.  Dalgaların sesi bile değişmişti sanki. Sonraları işler aha da kötüleşti. Bambaşka bir yerde, o sevmediğim apartman dairelerine gitmeye başladık. “yazlık” denilen, normal evlerden hiçbir farkı olmayan o apartmanlara. Hayallerimin yıkıldıktan sonra ateşe verildiği o iğrendiğim yerlere gittik. İstediğim gibi  hiç yazlık arkadaşım olmadı. Denize ulaşmak için yüzlerce metre yürürken hiç zevk almadım. Kayalık bile yoktu. İnsanlar ağaçların altında okey oynamıyor, çay içmiyorlardı. Ve en önemlisi, o evlerin demir kapıları vardı.
İçindeki çocuktan bahseder insanlar. Benim içimdeki çocuk ikinci milenyumun ilk yıllarında kaldı. Şu an hüzünlü, kimsesiz, yırtık kıyafetleriyle deniz kenarında artık yeşil olmayan bir ağacın altında umutsuzca denizi izliyor. Artık mavi olmayan denizi…