Ben küçükken, 2000li yılların başında, yaşananlar çok
güzeldi. Ya da ben dünyaya küçük gözlerimle baktığımdan güzel görüyordum. Henüz
yedi yaşındaydım. Her yaz, yazılmamış kural gibiydi, tüm yazı yazlıkta
geçirirdik. Yazarlar bahsederler ya kitaplarında, kafa dinlemek için gidilen
sahil kasabasıydı bizimki. Kışları ıssızdı. Dalgaların kumsalla dansının,
kayalarla kavgasının sesini duyardınız sadece bulunsaydınız orada. Yazları da güzeldi. Sanki renkler
değişiyordu, yeşiller daha canlı oluyordu. Deniz bir başka maviydi hatta bazen
renksiz. Balıkları, taşları, hatta kumları görmenin insana ne kadar huzur
verdiğini bilir misiniz? Her sabah denize girerdim. Çocuk halimle, tek başıma
denize girmekten korksam da çoğu zaman tek başıma girerdim. Arkadaşlarım vardı,
bir gece öncesinden konuşur ayarlardık sabahki buluşmamızı. O zamanlar nasıl
uyanıyordum hatırlamıyorum. Telefonum yoktu, çalar saat yoktu, ama uyanıyordum
bir şekilde. Sahilde buluşurduk. Gelmeyenler olurdu elbet ama affederdik.
Yazlıkta küslük olmaz. Bazen de balık tutmaya giderdik. İşte sabahların kabusla
başlayığ mutlulukla bittiği günlerdi o günler de. Tekneyi denize indirmek,
oltaları bağlamak,o ayazda kıyıdan belki de yüzlerce metre uzakta saatler
geçirmek. Kapalı alan fobim var küçüklükten beri, ama asansörde kaldığım
anlarda gerildiğim gibi kıyıdan çok uzaktayken de gerilirdim. Benim için
dünyanın en büyük ironisi, kapalı alan fobisi olan birinin denizin ortasında da
aynı şeyi hissetmesi. Kaçacak hiçbir yerin olmamasıydı belki de sorunum.
Sıkışmaktan korkuyordum.
Kahvaltılar daha da anlamlıydı. Denizden çıktıktan sonra
bahçeden naneyle, köyden peynirle, sacdan ekmekle yapılırdı kahvaltı. Çayın
anlamını anladığım ilk zamanlar, ikinci milenyumun ilk yılları. Çok ekstrem bir
tarihte yaşamış bizim kuşak çocukluğunu. Milenyum değişikliği gördük. İkinci
milenyumun ilk çocuklarıydık. O zaman farkında olmasak da büyük bir şeymiş. Ama
o zamanlar genç olanlar daha da şanslı bana göre. Kuzenim vardı yazları bizimle
geçiren. Onun arkadaşları vardı. Sezer abi, Zişan abla, Merve, Mert. Bazen
onların yanında geçerdi günlerim. Benim yaşımdakileri yanlarına almayı kabul
ettikleri ender zamanlarda. O zamanlar bizleri yanlarında istemediklerinde çok
sinirlenirdim, fakat şimdi anlayabiliyorum. Yaptıkları çok güzel ve ulaşılmaz
gelirdi bana. Çok güzel eğleniyorlardı, anlamadığım şeylerden konuşuyorlardı,
liseye gidiyorlardı ki benim için ulaşılmaz bir yerdi o zamanlar lise. Sezer
abi sigara içiyordu. Kim bilir, belki şu an sigara içme sebebim o zamanlar ona
özenmemdi. Ailesi bilmiyordu sigara içtiğini. Bazen ben alırdım sigarasını
bakkaldan. Gizlice götürürdüm. Hayatımda bana verilen en büyük görevdi o sigara
alma görevleri. “Kimseye görünme, biri sorarsa Ahmet amcaya aldığını söyle,
benim yanıma gelirken kimse görmesin seni” derdi. Kayalıklarda içerdi, ben de
gözcülüğünü yapardım. Bazen konuşurduk. Anlamadığım şeyler anlatırdı. Bazen de
sorular sorardı, verecek cevabım olmadığı sorular.
Kuzenim ve arkadaşları her zaman dikkatimi çekmişti. Eğlence
tarzları, yaptıkları. Biz top oynarken kendileri de oynamak ister, yavaş yavaş
yüksek toplar atıp kendi aralarında oynamaya başlarlardı. Biz de aynı oyunu
oynuyorduk ama onlar kadar eğlenemiyorduk. Otururlardı genelde. Oturmak çok
saçma gelirdi bana o zamanlar. Denize girmek varken neden kıyıda oturmak
isterlerdi ki? Ya da top oynamak varken, bir masada hiçbir şey yapadan oturup
konuşmak nasıl zevkli olabilirdi? Masalar demişken, o zamanlar masalar da çok
güzeldi. Her evin bir bahçesi, bahçesinde ağaçlar vardı. Apartmanlı ya da siteli
yazlıklardan değildi bizim yazlığımız. Bahçeli, teraslı evlerden oluşuyordu.
Bizim evde, terastan iki basamak sonra sahil vardı. Şimdilerdeki yazlıklar
gibi, güvenlikli, bahçesiz, çok katlı, denize ulaşmak için yüzlerce metre
yürümeniz gereken yazlıkalrdan değildi. Şimdikilerin aksine deniz sadece
balkondan değil, her yerden görünürdü. Dalgaların sesleriyle uyanırdınız.
Masalar diyorduk. Her bahçede, -genellikle- zeytin ağacının ya da asmanın
altında bir masa mutlaka olurdu. Kim bilir ne sohbetler yapıldı o masalarda.
Kilolarca çekirdek tüketildi, litrelerce kolalar içildi. İçilen çayları
anlatmak için tonlar kullanabilirim mesela. O masalarda okey takımı eksik
olmazdı. Okey oynamak çok zevkliydi o zamanlar. Şimdilerde çocuklar okey
oynamayı bilmiyor, bilseler bile bilgisayarlrından oynuyorlar. Çok acı.
Bazen sohbetlerine katılırdım büyüklerin. Kendimi çok önemli
hissederdim. Çoğunu anlamasam da o kadar güzel şeyler konuşuyorlardı ki, bir an
önce büyümek için sabırsızlanıyordum. Büyümeye dair tek hayalim yazlıkta
arkadaşlarımla onların yaptıklarını yapmaktı.
Şimdi onların yaşındayım hemen hemen. Ama onların
yaptıklarını hiç yaşamadım. Hatırlamaya başladığım zamanlaran sonra altı yılı
gittik sadece yazlığa. Sonra dersane, okul derken gidemez olduk. Her yaz
derslerim oldu. Ailemden uzakta okudum liseyi, hafta sonları da gidemedik. Çok
nadir gittiğimizde de ya o çocukluğumun o mükemmel sahil kasabasınının yerinde
bakımsızlıktan dökülen evleri, çoğu kırılmış olan ağaçları, yabancı otların ele
geçirdiği bahçeleri, terk edilmiş tekneleri, camları kırılmış bakkalı buldum.
Aldatılmış gibi hissettim kendimi her gidişimde. Çocukluk hayallerim
yıkılmıştı. Eksik kalmıştım, oyuncağım elimden alınmıştı. Sanki deniz değildi o
mavi su birikintisi. Gemiler anlamsızdı.
Dalgaların sesi bile değişmişti sanki. Sonraları işler aha da kötüleşti.
Bambaşka bir yerde, o sevmediğim apartman dairelerine gitmeye başladık.
“yazlık” denilen, normal evlerden hiçbir farkı olmayan o apartmanlara.
Hayallerimin yıkıldıktan sonra ateşe verildiği o iğrendiğim yerlere gittik.
İstediğim gibi hiç yazlık arkadaşım
olmadı. Denize ulaşmak için yüzlerce metre yürürken hiç zevk almadım. Kayalık
bile yoktu. İnsanlar ağaçların altında okey oynamıyor, çay içmiyorlardı. Ve en
önemlisi, o evlerin demir kapıları vardı.
İçindeki çocuktan bahseder insanlar. Benim içimdeki çocuk
ikinci milenyumun ilk yıllarında kaldı. Şu an hüzünlü, kimsesiz, yırtık
kıyafetleriyle deniz kenarında artık yeşil olmayan bir ağacın altında umutsuzca
denizi izliyor. Artık mavi olmayan denizi…